Çocukların soyut düşünme becerileri tam olarak gelişmediği için, somut kavramlarla ve basit bir dille açıklanmalıdır.
Duygular, hayatımızda en çok anlamaya çalıştığımız konuların başında gelir. Eğer hayat bir beyaz sayfa ise, duygular ona can veren renklerdir; eğer bir yol ise, yönümüzü bulmamızı sağlayan tabelalardır; eğer bir okyanus ise, kaybolmamızı engelleyen koordi
Disiplinli olmak, hayatımızı düzene koymak için gerekli en önemli özelliklerden biridir. İstediklerimizi gerçekleştirebilmek, hedeflerimize ulaşmak ve hayallerimizi hayata geçirebilmek için zihnimizi organize edebilmeli, davranışlarımızı düzenleyebilmeli
Oyun, çocuğun kendi isteğiyle giriştiği, eğlendirici ve eğitici tarafı olan etkinliklerdir. Çocuğun zihinsel, bedensel, duygusal ve sosyal gelişimine olumlu yönde katkı sağlar.
Ölüm haberi, çocuğa tanıdığı ve güvende hissettiği bir yakını tarafından verilmelidir. Bu süreçte çocuğun duygularına ve anlayış seviyesine uygun bir şekilde yaklaşmak, yas sürecini sağlıklı geçirebilmesi açısından önemlidir
Travma yaratan ( gerçek bir ölüm veya ölüm tehdidi, ağır yaralanma, bireyin bedensel bütünlüğünü tehdit eden, baş etmekte güçlük yaşadığı ani, şiddetli bir olay) bir durumla karşılaşması veya tanık olması sonucu kişide yoğun kaygı, endişe ve korku hali, olayın hatırlatıcı olgularından kaçınma, tekrar tekrar olayı zihninde yaşantılama eğilimi gibi kişinin yaşamsal işlevini bozan semptomlarla karakterize bir kaygı bozukluğudur.
Bağlanma; kişinin diğer nesneyle arasında geçen yakınlık arayışı sonrası oluşan, sürekliliği ve tutarlılığı olan duygusal bağ olarak tanımlanabilir. Kişinin hayatının erken dönemlerinde belirginleşen ve hayat boyu yaşadığı veya yaşayacağı ilişkilerde ilişki kurma biçimini veya örüntüsünü belirleyen bir durumdur. Yaşamın erken dönemlerinde bebek ile bakım veren arasında gelişen çift yönlü bir süreçtir. Anne ile çocuk arasındaki süreklilik sağlayan bu duygusal alışveriş kişinin ileriki dönemlerinde ilişki örüntüsünde belirleyici olduğu düşünülür.
Güvenli bağlanma ruhsal açıdan ne kadar olumlu yönde etkileyici olurken, kaygılı bağlanma tam zıt yönde “öteki” ne yönelik güvenilmezlik ve “kendi” ne yönelik olumsuz düşünceler ruh sağlığının bozulmasına neden olabilmektedir. Çocukluk döneminde her ihtiyaç duyduğunda destek olabilecek bir öteki nesnenin var olmaması durumu; kişinin yalnızlık, çaresizlik, karamsarlık ve korku duygularının yaşamasına neden olur. Nesne kaybına yönelik aşırı duyarlı olma hali kişinin yaşamı boyunca ilişki örüntülerine yakınlık ve uzaklık arasında git gel yaşamasına sebep olmaktadır.
Bowlby çocukluk döneminde oluşan bağlanma modelinin kişinin yaşamı boyunca devam ettiğini savunmaktadır. Çocukluktaki ve ergenlikteki bağlanma örüntülerinin devamı yetişkinlikte de görülmektedir. Weiss, yetişkinlikteki bağlanmayı diğer dönemlerdeki bağlanmalardan ayırmaktadır. Yetişkinlikte bağlanma eğilimi eşe veya romantik partnerlere doğrudur. Çocukluk dönemindeki bağlanma ise bakım verene yöneliktir. Yetişkin, bağlanma ihtiyacını partneriyle kurduğu ilişkide gidermeye çalışır. Bağlanma örüntüleri daha çok romantik partnerle olan ilişkilerde ortaya çıkmaktadır. Yetişkinlikte ki bağlanma davranışları çocukluk döneminden farklılık göstermektedir. Yetişkinlikteki bağlanma davranışı daha çok cinsellikle ilgilidir. Son olarak içsel çalışma modelleri açısından da farklılık vardır. Yetişkinlikteki zihinsel temsiller bağlanma modellerinin içerikleri ve farklılıkları ile ilgili oluşmaktadır. (Çalışır, 2009)
Ergenlik döneminde çocuk aynayı kendine çevirir. Popüler kültürün pazarladığı, çevrenin, değerlerin ve aileden öğrendikleriyle zihninde “tasarladığı kişi” yi olmayı arzular ve dışarıdan da öyle görünmek ister. “Ben kimim, değerli miyim?” sorusunun cevabını dışarıda aradığı bir sürecin içerisindedir. Bu sebeple dış dünyanın kabüllerine daha duyarlıdır. Dizide kırılgan, zeki ve içe dönük bir çocuğun bulunduğu ortamda sahip olduğu özelliklerin “yetersiz, ezik” bulunmasından dolayı mağduru olduğu fiziksel ve duygusal şiddetle baş etmek için faili olma, suça yönelme hikayesini izliyoruz.
Günümüzde internet kullanımı çok yaygındır. Çeşitli alanlarda zengin içeriklere sahip olması, kullanımının kolaylığı, ulaşılabilir olma durumunun artması gibi birçok farklı faktör internet kullanımının artış göstermesinde bir etkendir. İnternetin ortaya çıkması 1960’lara dayanmaktadır. Soğuk savaş döneminde askeri bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır. Stratejik amaçlar için askeri alanda kullanılmaya başlayan internet ağı zaman geçtikçe bireysel ağ haline gelerek tüm dünyaya yayılmıştır. Tim Barnes Lee “World wide web” icat etmiştir ve bilgilerin bireysel kullanıcılara ulaşmasını sağlamıştır. Ticari merkezler, üniversiteler gibi kurumların veri tabanına içerikler üretmeleriyle zenginleşmiştir. Ülkemize gelişi 1991 yılında olmuştur. İlk olarak Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde kullanılmaya başlanılmış daha sonra birkaç üniversitenin de hizmetine sunularak ülke geneline yayılması sağlanmıştır. Son istatistik verilere göre, ülkemizde 62 milyon internet kullanıcısı bulunmaktadır. İnternet kullanımının hızla yayılması ve çok sayıda insan tarafından kullanılmasının birçok nedeni vardır; alışveriş yapma, bilgi alma, araştırma yapma, sosyalleşme, oyun oynama gibi nedenler örnek verilebilir.
Neden sallanmak bize bu kadar iyi gelir? Bu soru aslında düşündüğümüzden çok daha derin bir yere çıkıyor. Çünkü sallanmak, sadece çocuklara ya da nostaljiye ait bir şey değil; bedenimizin ve beynimizin çok iyi bildiği, kadim bir rahatlama dilidir aslında. Her şey bebeklikte başlıyor. Bizler bu dünyaya geldiğimizde, kendimizi ifade edecek sözcüklerden yoksunduk. Karnımız acıktığında, üşüdüğümüzde ya da sadece birine ihtiyacımız olduğunda ağlıyorduk. İşte tam o anda, annemizin ya da bakım verenimizin bizi kucağına alıp hafif hafif sallaması her şeyi değiştiriyordu. Bu ritmik hareket, sadece bizi fiziksel olarak sakinleştirmiyordu; aynı zamanda beynimizdeki stres sistemini de düzenliyordu. Yani sallanmak, ilk öğrendiğimiz “güvende hissetme” biçimiydi.